25 Eylül 2012 Salı

Gönlümüz hep seni arayacak..


Gençlere türküyü sevdirmek zordur bilirsiniz.Tarzları farklı,duyguları farklı yollarla ifade ediyorlar zamaneler..
Benim kızlarımda zaman zaman dinlediğim müzikten,türkülerden dolayı beni çok eleştirir ve hep ''anneeee,,diye başlayıp bunlardan nasıl hoşlandığımı sorarak bitirirler konuşmalarını..
Bağlama kursuna göndermek istedim çünkü dinlemeyi çok sevdiğim türküleri birde çalsınlar istedim.O bağlama sesi beni benden alır götürür hep..Yalvardım resmen.Mümkün değil dediler gitar kursuna gittiler.Birkaç ay tıngırdattılar ve 2 yıldır gitarlar bir köşede bekliyor..
İçimde kalmamalı,neden yapamayayım dedim ve çok sevdiğim bağlamayı çalmayı öğrenmek üzre kursa başladım geçen hafta...Gülüyorlar şimdi bana ama azimliyim.O gönülden gelen nağmeleri parmaklara dökebilirsem ne mutlu bana..

Şaşırdığım bir şey oldu bugün ama.Büyük ozanımızın ölüm haberini hüzün içinde dinlerken küçük kızım geldi içeri.Tam o sırada haberde ''Yalan Dünya,, türküsüde ozanın hayat hikayesine eşlik ediyordu.Kızım birden hayretle bu türkü Neşet Ertaşınmıydı!...Diye bir nida ile birden oturup yerine üzgün üzgün dinlemeye başladı.Ardından ''Gönül Dağı,, derken kızım;Anne ben bu türküleri çok seviyordum,daha doğrusu tek sevdiğim türkülerdi,çok üzüldüm şimdi deyip üzgün üzgün kaldı olduğu yerde...Bakakaldı uzun uzun televizyona.Onun bu haline sevinmedim değil,en azından ''zamane,,lerinde gönlüne girmeyi başarmış büyük usta..

Onu uzun uzun anlatmayacağım.Gerekte yok çünkü ama ne kadar üzgün olduğumu saatlerce anlatabilirim..Bağlamayı çalmaya başladığımda ilk çalmak istediğim parçalardan birisi onunki olacak ve bir video ile size burdan dinlettirmeyi düşünüyorum....
Bozkırın tezenesi,mekanın cennet olsun...



24 Eylül 2012 Pazartesi

Mayalı rulo poğaça..



Neyse özüme döneyim bari:)..Nerdeyse blogger olduğumu unutacak kıvama gelmiştim,affedin.
Tatil sezonu bitti derken blogger arkadaşlarda yerini almaya başlamış.Herkes maaşAllah tıkır tıkır işliyor.Bugün bir silkineyim ,şööyle kendime geleyim derken,çocukların kahvaltılık ve atıştırmalıkları kaygısı basarken bende elimi hamur leğeninde buluverdim...
Öyle aman aman bir mod'a girmiş değilim henüz.Ağustos böcekliği durumlarından halliceyim.Sıcaklarda yerini çekilir derecelere bırakınca ancak kendime gelebildim.İşlerin yoğunluğu bu yaz herzamankinin tam tersine,öğleden sonralarına dönünce bir tepetaklak olmadım değil hani.Alışmışız öğleden sonralarının boşluğuna,şimdi iki ayağım bir pabuçta telaşeli bir halde ev hanımlığı icraasındayım:))

Poğaça deyince bende yıllardır bu tarif aklıma gelir ve nedense şaşmaz ölçüsündenmidir,çok sevildiğindenmidir,tarifi zor gibi görünsede çok kolay geldiğindenmidir sıkça yaptığım bir hamurişidir.Poğaçayla çok arası olmayan biri olarak tek sevdiğim ve bir tanede olsa yediğim bir mayalıdır..

Malzemeler:

  • 2 su bardağı ılık süt
  • 1 su bardağı ılık sı
  • 1 sı bardağı sıvı yağ
  • 5 yemek kaşığı toz şeker
  • 1 tatlı kaşığı tuz
  • 1 paket yaş maya
  • un
  • yumurta sarısı,çörekotu susam,içi için beyaz peynir...
Öncelikle ılık olan sıvı malzemelerimizin içine şekeri,tuzu ve mayayı eritip ele yapışmayacak şekilde yumuşak bir hamur yoğuruyoruz.Ilık bir ortamda 10 dakika mayalanmaya bırakıyoruz.Biz bu arada peynirli maydanozlu içi arzuya göre hazırlıyoruz.
Hamuru 5 parçaya ayırıyoruz.Tezgahımızı sıvı yağ ile hafifçe yağlıyoruz.Bu çok önemli çünkü inanın değiyor.Çok kolaylı oluyor.Her bir parçayı yaklaşık 30 cm çapında açıp 8'e üçgenler halinde bölüyoruz.Peynirini koyup sigara böreği sarar gibi sarıp (bastırılmadan sıkı olmayacak)tepsiye diziyoruz.Kalan bezeleride bu şekilde açıp yapıyoruz.Bu ölçüden 2 tepsi çıkıyor..45 dakikada tepside mayalandırıyoruz ve üzerine yumurta sarısı sürüp,susam,çörekotu serpip önceden ısıtılmış 165 derece fırında kızarıncaya kadar pişiriyoruz.

Puf puf,yumuşacık mis gibi poğaçalar oluyorlar inanın çok nefis...Herkese afiyetler olsun.







20 Eylül 2012 Perşembe

Dönüşümdeki sürpriz..

Bu konuyla alakalı herhangi bir resim yok,iyikide yokmuş diyeceksiniz anlatınca..Belki birçoğunuzun başına gelmiştir,gelmeyenlerin gelmesin,aman...
Gecenin 23.00 üne doğru valizlerle,yorgun,bitkin eve geldik.Eşim giderken buzdolabı hariç diğer yerlerin sigortalarını kapatmıştı ama içimde yinede bir korku bir endişe vardı.Girer girmez sigorta paneline bakıp hepsinin inmiş olduğunu görünce koşarak buzdolabına koştum ve buzluğu açmamla dehşet manzara ve dahada şiddetlisi kokuyu (anlatamam....imkanı yok...iğrenç ötesi)almam yıkıldığım andı...
Sanırım biz gider gitmez atan sigorta yüzünden Antalya'nın bu sıcağında buzdolabında bulunan et dahil tüm yiyeceklerin yaydığı koku ve durumu anlatmaya kelimeler yetmez.Eşim teknik olarak bu durumu kaçak akım sigortasının atması olarak yorumlasada ben yorumlayacak halde değildim.Dehşet içindeydik.Tüm dolabı gözyaşları içerisinde nasıl boşalttığımı hatırlamıyorum:)
Çöp poşetleri taa sokaktaki konteynerin dibini boyladı ama buzdolabındaki koku durumu kesinlikle geçmeyecek ölçüde idi..Neler denedik geceyarısı.Temizlikten sonra açık bıraktık sabaha kadar ama bu koku buzdolabını attırırdı bana.Bu şekilde kullanılmasına imkan yoktu.Buzdolabını Antalya'nın bu sıcağında günlerce açık bırakmak gibi bir şansımız yoktu.Mecburen çalıştırdık ama ben sık sık bu buzdolabı artık gitti,iflah olmaz dedim.İnternetteki tüm buzdolabındaki kokuyu giderecek imkanlara baktık.Bir ara açtığımda (ki) açmak istemiyorduk bile yayılan kokudan gördüğüm manzaraya kahkahalarla güldüm;Eşim bir tane mangal kömürü,bir köşeye tabakta pirinç,karbonat,demlenmiş ve dilek ağacı gibi asılmış çay poşeti:)),vanilya,bulaşık makinesi deodorantı gibi bilumum çözümlerin hepsini biraraya koymuştu:)
Birgün sonra artık benim umudum kesilmişti..Taaki yine internetten kahve tavsiyesi gelene kadar.Birkaç saatte bayağı etkisini göstermişti.Nasıl sevindiğimizi anlatamam.Hergün koku biraz daha azaldı,inanamadım.15 günü geçti ve koku yok denecek kadar azaldı.Çok şükür.Allah kimsenin başına vermesin...

Konuyla alakası olmayan resimlere bakmaya doyamıyorum,sizlerle paylaşayım istedim.Tatilden kalanlar,güzellikler...


Kızkardeşim ve güzel ailesi..Gesi bağlarına karşı..


             Minelnur'un objektifinden...
















      Talas'a bir bakış...

         


            Rabbim yokluğunuzu göstermesin.....

Sevgiyle kalın...


15 Eylül 2012 Cumartesi

Edirne ve Çanakkale ve İzmir ve Aydın ve ev....

Tekirdağ çıkışında hızlı hareket etmeye başladık çünkü planımız akşama Edremit yakınlarına hatta eşimin ağabeyi'ninde bulunduğu Altınoluk'a ulaşabilmekti..
Edirne'ye uğramayı,görmeyi çok istiyorduk ama yoluda bir hayli uzatmış oluyorduk.En büyük merakımız Selimiye camiini görmekti.
Burada noktayı koyup sözü karelere bırakmak istiyorum;



                                          Küçük ama şirin tarihi Arasta çarşısı..





    Biz büyülendik,sizi bilmem....







    Edirne'ye kadar gelip ciğer yemeden gitmek olurmuydu,olmazdı ama daha Tekirdağ'daki köfteleri hazmetmemişken nasıl olacaktı?...Sadece yememiş olmamak için tadına baktık.Tabak tamamen kaldı.Belki aç olsak biterdi....Belki..
Hızla Yunanistan sınırına paralel:) yollardan Gelibolu'ya doğru yol alıyorduk çünkü akşam olmak üzereydi ve biz çok yorulmuştuk..Çanakkaleye feribotla geçerken güvertedeki bu manzara herşeye değdi.Kızım Minelnur'ada fotoğraflamak kaldı...



       Bu Çanakkale'ye 3. gelişimiz ama her seferinde bu boğaz beni öyle bir ürkütür bilmem nedendir.Aşırı dalgası ve rüzgarındanmı bilmem.Acayip bir havası var...Hep fırtınalı..


     Çanakkale'de kalmadan Edremit'e devam ettik.Altınoluktaki ev sahiplerine sürpriz yapalım dedik ama kapılarına kadar gelip kahveniz varmı biz geldik diye telefon açıp acilen Balıkesir'e döndüklerini öğrenmekte bir hayli üzdü:))...Edremit'te geceledik..Akşama eve varmak istiyorduk artık.Haliyle duracağımız yerlerde fazla vakit kaybetmemek gerekiyordu.Ben bir gece daha bir yerde kalalım dediysemde çoğunluğa riayet edip evin yolunu tuttuk.Yolda İzmir'de bir mola verelim dedik.
İzmir konusuda beni çok sıkanlar arasında.Trafik,sıcak,otopark bulamama sıkıntısı,yemek yemek için fast food zincirinin kapısında bulunma mecburiyeti..Oysa İzmir için hayallerim vardı.Kordon'da dolaşıp İzmir yöresel yemeklerinden yiyip,Kemeraltında alışveriş turu yapmak..Amma velakin,boş otopark bulamama sıkıntısı,o yemeklerin nerede yeneceğini bilmemek ve sonucunda bizimkilerin mac ile başlayan fast food zincirinde yemek yemeleri bütün şevkimi kırdı.Gerçi başka çareleride yoktu.Çünkü İzmir'e has yemeklerin bulunduğu bir restoranı şehir merkezinde bulamadık.Protesto ettim ve kesinlikle aç dönerim eve bunlardan yemem dedim:)Saat kulesi civarındada güzel bir yer bulamayıp tek bir lokantada mercimek çorbası isteğimin gelen çorbanın tadına bakıp masada bırakmamla birlikte sinir katsayım yükselmesi herşeyi bitirdi.Birde amcanın biri memleketimizi sorup bana ''sen sizin oralar gibi İzmir'de güzel yemek bekleme kızım,, deyince hak verir gibi oldum.Mercimek çorbasının tatsızlığı ve tuzsuzluğunu geçtim,üzerine tereyağı alabilirmiyim deyince margarin tadını aldığımda patladım artık.Bana verdikleri cevap evet ama teremyağ:))...Kaşığı masaya fırlatmamla kalkmam bir oldu.Üzgünüm sinirli ve asabi bir kişiliğim var ama bu tür şeylere hiç tahammülüm yok.Üstelikte burası en meşhur ve lüks yerlerden biriymiş...Bir çorba dahi yapılamıyorsa gerisini düşünemedim.
Velhasılı İzmir'den ben hariç ev ahalisi tok ayrıldı..


                                 Her İzmir'e gelenin çektirdiği fotoğraftan bir tanede bizde bulunsuk dedik..
İzmir'den çok fazla bahsetmek istemiyorum üzülerek.Birinci gelişimizi saymazsak,bu gelişimizde en azından körfezden gelen kötü koku,trafik ve otopark çilesinin,şehre girişteki o tepelerdeki gecekondu görüntüsünün biteceğini umud etmiştim.Neyse umud etmeye devam edelim.Ama çok daha güzel bir şehirleşme bekliyordum.Antalya şehircilik anlamında çook daha güzel dedik bile:))

Aydın'dan geçerken hala kahvaltıyla duran bana eşim çöp şiş önerisinde bulundu.Bense hala sinirlerim yatışmamış bir şekilde kabul ettim.Bu yatışamama durumu eve kadar sürdü:))..Yani İzmir beni mahvetti:)) 
Dostlar,tatille ilgili son kare Aydın'da yiyip çok beğendiğim çöp şiş oldu.Eve geç saatlerde ulaştık ama yorguluğu ve asabiyetimi atlatamadan evde başka bir sürprizle karşılaştık...Hoş olmayan bir sürpriz..Anlatırım bilahare:)


Hadi nasıl dinlemezsiniz bu güzel türküyü...

13 Eylül 2012 Perşembe

İstanbul ve Tekirdağ..

Aslında İstanbul desek daha yeridir.Tekirdağ'a ait bir tek kare var oda köfte ve tatlıları:)..Yani ayıp söylemesi ama sadece köfte yemek için durakladık orada..Sadece bunun için birdaha gidermiyim oraya?...Bütün kalbimle;Evet!..Anlayın artık...
İstanbul'a vardığımızda eşimin kendiyle yaşıt yeğeni (ablasının kızı) Leyla'ya uğradık.Bunuda niye belirttim anlamadım Leyla bana kızmasın,hiçbir art niyetimde yok yani:) Dayısıyla aynı yaş ve 10 gün küçük olmak ne tuhaf bir duygudur.Hatta dayına ismiyle hitap etmek:))Çok hoş birşey bence..Akşamda biriciğimiz Bahadır'a ışınlandık.Hemencecik bir Ortaköy turu yapıverdik.


Burada bir waffle yemeden olmazmış..Harika bir manzara enfes bir waffle vardı..


        Ben bu kadar büyük bir waffle'ı tabiiki bitiremedim.Ziyan ettiğim içinde çok üzgünüm..Hiç sevmediğim birşey ama oldu işte...


      Ertesi gün bir Kapalı çarşı,Mısır çarşısı,Eminönü,İstiklal,Taksim derken bizde nemden,sıcaktan ve trafikten ne yürüyecek bir hal nede birbirimize bunların etkisiyle sevecen diyaloglar kalmıştı:)..Ben gerim gerim gerilmiş,yorulmuş bunun sonucu herkese yansımış bir şekilde Taksim'de canlı bomba olaraktan patlamıştım:)..Gezmeye devam etmek gibi ne bir niyetim nede bu tatili devam ettirmek için mecalim kalmıştı...Neyseki bir süre sakin kafayla oturup dinlenince kendime gelmeye başladım.



      İfadeler ruh halini nasılda yansıtmış:)
Bundan sonrası için hiçbir plan yapamıyordukki akşama kadar böyle deli danalar gibi dolanıp sinir olacağımıza İKEA yı görelim dedik.Merak ediyorduk çünkü.Görülesi önemli yerleri bir önceki gelişimizde görmüştük...Neyse efem,biz guya arabayla çıkmayıp kolaylık sağlayacaktık ulaşımda ama İKEA'ya Taksim'den gidişimiz bir facia idi.Anlatmaya başlamayayım çünkü herkese bana şu an olduğu gibi fenalık gelebilir.İnsan yabancı bir şehirde ne kadarda acemi oluyor.Tam 1 saat gelmesi gereken otobüsü bekledikten epey bir süre sonra,seyahat esnasında yanımda oturan bir bayandan aslında yanlış bir otobüste olup yanlış yönlendirildiğimizi öğrenmek kafamı artık o kadar stresten sonra duvarlara vurmak için yeterli sebepti:))
Bayrampaşa civarlarında inip bir taksiye atladığımızda şunu dedik,özürdileyerek;İnsan burda yaşamak için deli olmalı:))...Tabii bunu her İstanbul acemisinin bir kere mutlaka içinden geçirdiğine kalıbımı basarım:)
Açlık ve sefalet içinde İKEA'ya vardığımızda:) ilk iş restoranına uçmak oldu:)..Şu meşhur İsveç köftelerinden yememiz lazımdı..Bana göre tazeliği,hijyeni ve servisiyle o açlıkta mükemmeldi.Sosuda gayet güzel olup,Browni ve kahveye tam puan verdim..sonradan bu köftenin aslında soyadan yapılmış olduğunu duyunca(ki) ne kadar gerçek onuda bilmiyorum hayretler içinde kaldım.Tamam süngerimsi bir tadı var ama bir alışveriş markası için başarılı buldum...


 İKEA çok güzeldi.Bir an önce Antalya'yada açılır diye umud ediyorum.Bir iki dekoratif şeyler aldım salonuma daha sonraki postlarımda unutmazsam gösteririm dostlar.
Akşama kıpırdayacak halimiz olmayıp nasıl yattığımı hatırlamıyorum bile...Ertesi gün ise planımız erkenden Büyükadayı gezip bir an önce yola çıkmaktı...Öyle bir yağmur başladıki sabah planlar suya değil,sele karıştı:)İstanbul'u çıkana kadar yağan yağmurun şiddetinde bir yağmuru ben Antalya'da dahi görmedim.Ben nedense bu defa İstanbul'dan bir an önce çıkmak istiyordum...

Çıktığımız anda zaten günlük güneşlik oluverdi her yer ve ben deriiiin bir oh çektim..
Öğle saatlerine doğru Tekirdağ'a vardığımızda biz hala kahvaltı yapmamıştık.Maksat köfte ile kahvaltı yapmaktı ama bu öğleye kısmet oldu trafikten :)..En meşhur köftecilerinden biriymiş Özcanlar köfte...Meşhur olmayı fazlasıyla haketmişler bence.Köfte,köfteydi yani.Ben anlatamıyorum ama en son İnegöl'de yediğim köfteyi number one olarak ilan etmiştim ama bu köfte onunla birlikte zirveyi paylaştı,hatta bi gıdımcıkta geçti diyebilirim.Balkanlı dostlarımız bu işi biliyorlar,helal olsun...


    Birde meşhur dondurmalı peynir helvası ile Hayrabolu tatlısını denedik...Denemez olaydık..Şimdi hala sayıklayıp duruyoruz..Mükemmel ötesi..



    Sizlere sevgilerimi yolluyor,Edirne ve Çanakkale boğazında buluşmak üzere diyorum...

11 Eylül 2012 Salı

Safranbolu..


O kadar yorucu birkaç günlük yolculuktan sonra Safranbolu daha varmadan bende huzur ve dinginlik 
şimşeklerini beynimde çaktırmıştı.Ne bileyim öyle intiba bırakmış görmeden dimağda:)
Sanki dinlenmek için gidiyorduk.Sanki huzura yolculuktu...
Akşam olmadan vardık ve daha girer girmez o meşhur evleri hayranlıkla izlemeye koyuldum.Nereye bakacağımı şaşırdım.Sanmıştımki belli bir yerde kalan o evler korumaya alındı ve biz görmek için oraya gidecektik.Yanılmışım.Her yer müzeydi:)..Birde haftasonu olmasından dolayı,yakın çevreden günübirlik ve kalmaya gelen misafirlerden ötürü hayli hareketliydi.
Öncelikle kalmak için bir yer bulmalıydık hemen.Çünkü anladığımız kadarıyla bu biraz zor olacaktı.Bu yerde bu evlerde olmalıydı tabiiki yoksa Safranbolu'da kalmanın bir anlamı yoktu.Biz hem otel hem tarihi birer eser olan bu otelleri dolaşırken iyice telaşlanmaya başladık çünkü hep yer yok cevabıyla karşılaşıyorduk.Oraya kadar gelmişken alalade bir otelde kalmak içime oturacaktı.Tarihi,ahşap kokan,yerde kilim,perdeleri dantelli,karyolaları eski tip aynalı:),anne usulü yatak örtüleri olan,girildiğinde hafif bir naftalin kokusunun burnunuzu okşadığı bu evlerde kesinlikle kalmak istiyordum!...Böööyle içimi bir güzellik kaplamıştı burada:)



Gezdikten sonra bulabildiğimiz konağın odasından bu pencereden bakmak nedense çok hoşuma gitmişti...


Konaklama fiyatları biraz uçuk olsada evleri görünce değiyor diyorsunuz inanın..Bulduğumuz ilk konağa yerleştik.Çok temizdi.Bu önemli bir ayrıntı gittiğimiz yerlerde.Yatak yorgan mis gibi sabun kokuyordu.Tuvalet banyo odadaki tek modernize edilmiş yerdi.Temizlik gayet iyiydi....Her gittiğimiz yerde tek bir gün kalıp,sırf geceleyecek olmamız bendeki bu takıntıyı gidermiyor.Kalacak yerin yatak,çarşaf ve banyo temizliği çaktırılmadan bendeniz tarafından kontrol edilip öyle karar veriliyor:)Herkes dönüp bir bana bakıyor ve ben memnunsam tamam deniliyor.Aslında aradığım şeyler çok basit,sadece temiz olsun ve temel ihtiyaçları giderebilecek yeterliğe sahip oda yetiyor...


     Bu en önemli müzeyi ne akşam vardığımızda nede ertesi gün yola çıkmadan açık bulabildik.Bahçesinde gezip tüm Türkiyede bulunan tarihi saat kulelerinin minyatürlerini seyreyledik..


     Kayseri saat kulesinin birebir aynısını kendi boyumuzda görünce pek bi sevindirik olduk:))




     Yoruluncada biraz mahmurlaşıp manzaranın tadını çıkardık...


   Çarşıda camı ustalıkla işleyen bu zat'a alkışların en büyüğünü vermek lazım..


    Akşam hala acıkmamıştık.Amasradaki balık bizi bir hayli doyurmuştu:)Ama buradada birşeyler yememiz gerekiyordu,buraya has,yöresel...Ne vardır ne yoktur diye sorduk.Yöresel ev yemekleri yapan bir yere kapağı attık.Hiçbirimiz aç değiliz ama:)tıka basa doluyuz:)..Gelen kişiyede izahatta bulunduk.Aslında biz aç değiliz ama gitmedende buranın tadlarından mahrum olmak istemiyoruz diye...Ortaya tadımlık Yayım(cevizli ve keşli tereyağlı erişte),süzme yoğurtla yapılan mantıları Perohi,fındıktan biraz büyükçe sarılan etli yaprak sarması...Meşhur olanlar bunlarmış..Ben çok sevdim.Belkide benim damak zevkime çok yakın lezzetler olduğu içindir.Bizimkiler belkide tok olmanın verdiği hisle öyle ayıla bayıla yemediler,hatta hiç yemediler bir çatalcık ucundan tadına baktılar....Hepsi bana kaldı yani:))..Bende artık son lokmalarda patlamak üzereydim ki bu rahatsızlığı epey üzerimden atamadım.Ama otele gitmeden önce kızların marketten aldığı dondurmalar ve abur cuburları görünce biraz içimden kızmadım değil.Buraya kadar gelin ve siz yinede bunları yiyin...E eşimde buranın meşhurmuş herhalde mazaretleri eşliğinde bir kutu baklavasından alıp odada hüpletince:) ben dellenmedim değil ama çaktırmadım.Neyse herkesin kendi zevki...



Gecede tatil boyunca uyuduğum en güzel uykuyu uyudum diyebilirim.Yani çok rahattı ve çok dinlenmiş olarak İstanbul'a yola çıktık.Sizlere tavsiyem,giderseniz gerçekten bu konaklarda kalmanız.Bizim gibi 1 gün ile değil en az 2 gün gibi bir süre kalmanız daha doyurucu olacaktır.Bizimkiler çok öyle mesth olmadılar ama ben çok sevdim burayı...Gerçekten...İstanbul ve Tekirdağ'da görüşmek üzere..

Harika bir klip...Çok güzel..
Mükemmel yorum..

LinkWithin

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...

instagramdayım..

Ben'ce...

Fotoğrafım
Limon çiçekleri
Antalya, Türkiye
Yaşamımızın sınırlarını hayaller belirler.Hayallerin genişliği,yaşamın sınırlarını aşsada bazen,limon çiçeklerinin o dayanılmaz ilhamı kendini buralara atmış durumda.O kokuyu ömrünüzde birkez olsun hissetmeniz dileğiyle...
Profilimin tamamını görüntüle

Google Website Translator

İzleyiciler

Facebook'tayım.

Nereden böyle?

Misafir olduklarım

Sayfalar

Blogger tarafından desteklenmektedir.

Sponsors